Yaşım 21. 2 yıllık bir yüksek okula gidiyorum; 2 yıl olmuş ama benim ne zaman mezun olacağım belli değil. Çünkü okulla alakam yok. Okula sadece afiş asmaya, panel dinlemeye, kulüplerdeki tartışmalara katılmaya gidiyorum. Derken danışmanım çağırıyor bir gün, direk lafa giriyor: “Bak kızım, belli ki senin okulla bir alakan yok. Sen bitiremezsin bu okulu, kendine başka yol çiz” diyor. Çocuk kafası, gurur yapıp direk öğrenci işlerine gidiyorum ve okuldan ayrılmak istediğimi söylüyorum. İşlemler bitiyor, lise diplomam geri veriliyor. Beyazıt’tan eve dönüyorum. Sabah üniversite öğrencisi olarak girdiğim eve akşam lise diplomamla geri dönüyorum. Dank ediyor: “Ne bok yedim lan ben?” Aileme söylemiyorum. Eee artık okul da yok, ne yapacaksın? Bir işte çalışmaya başlıyorum. Tekstil makinelerinin parçalarının üretildiği fason bir atölyede ön muhabese yapıyorum. Çingene mahallesinde küçücük rutubetli bir dükkan. Bütün gün oturuyorum. Gelen müşterilere çay getir, masaları sil, fatura kes, faturaları yatır... Ne yapacağım şimdi, hayatım böyle mi geçecek? 21 yaşındayım, hayatımı mahvettim gibi hissediyorum. Neredeyse 1 yıl, vicdan azabı, kızgınlık ve öfke nöbetleriyle işe gidip geliyorum. Deli gibi mutsuzum, 48 kiloya düşüyorum.
Derken bir gün “yok bu böyle olmaz” diyerek üniversiteye girmeye karar veriyorum. Senelerce dersaneye gittim, ailemden bir şey isteyecek yüzüm yok. Ailemin zaten üniversiteyi bıraktığımdan haberi de yok. Bu yıl mezun olurum herhalde diye oyalıyorum onları. Mutsuz ve yalancıyım. İyice dibe gidiyorum. Sonra, en dibe vardıktan sonra ayyyynen filmlerdeki gibi hızla yukarı çıkmaya başlıyorum: deli gibi ders çalışıyorum. İşyerinde fırsat buldukça, gece herkes uyuduktan sonra... Bir matematik çalışıyorum akıllara zarar. Üniversitedeki arkadaşlarımdan rica ediyorum “ne olur bana fonksiyonelleri bir anlatır mısınız” diye, sağolsunlar ellerinden geldikçe zaman ayırıyorlar.
5. kere üniversite sınavına giriyorum. Aileme “son kez kendimi denemek için giriyorum, zaten biliyorsunuz sınava girmezsem başım ağrıyor eheheh” diyerek geyiğe vuruyorum. 4 kere sınava girdim, böyle heyecan görmedim. Soruları tıkır tıkır yapıyorum. Derken çişim geliyor! Allahım öleceğim, nefes alamaz hale geliyorum ve sınavın bitmesine yarım saat kala çıkıyorum.
Eve gelene kadar ağladım. Eve geldim yine ağladım. Çünkü kendime söz vermiştim, ne olursa olsun artık bu son diye. Ağrıma gidiyor. Böyle olmamalıydı diyorum, o kadar su içmemeliydim...
Sınav sonuçları açıklanıyor, fena puan almamışım. En azından tercih yapabilirim, öyle görünüyor. İstediğim tek bölüm var: Sosyoloji. (Özgür Üniversite’de sosyoloji dersleri almıştım, tercih rehberi elime geçince başka bir bölüm düşünmedim bile). Sakarya Üniversitesi Sosyoloji bölümünü kazanıyorum.
Sanki dünyalar benim oluyor. Allahım nasıl mutluyum. Annem “Kızım geç kalmadın mı biraz?” diyor. “yok” diyorum “bak gör, seni hiç mahçup etmeyeceğim.”
Kaydın ilk günü sevgilime (sonradan kocam oluyor kendisi:) “Bak gör, seneye İstanbul’dayım” diyorum. Sakarya’da 1 yıl geçiriyorum. İstanbul-Sakarya arasında her gün servise binerek... 05:30’da kalkıyorum, gün ağırmadan servise biniyorum ve akşam 20:00’den önce eve gelemiyorum. Her gün böyle... Deli gibi ders çalışıyorum. Aklımda olan tek şey “yatay geçiş” yapmak. Bu arada hafta sonları da tam gün İngilizce kursuna gidiyorum. Tam bir Nazi kampı gibi hayatım!
Sakarya'da bölüm birincisi oluyorum, süper bir not ortalamasıyla. Mimar Sinan Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi’ne başvuruyorum. 2005 yazı... Hiç unutmam. Aynı gün üstüste iki okuldan da telefon geliyor: “kabul edildiniz” diye. Sadece 1 yıl önce pis bir mutfakta bardak yıkıyordum, umudum yoktu, amacım da... Şimdi Mimar Sinan’ın muhteşem rıhtımında kayıt sırası bekliyorum... Hayatımı kendim değiştirdim, çalıştım ve başardım. Böyle bir mutluluk olamaz!
Sonuç? Mimar Sinan'dan bölüm birincisi mezun oluyorum. Deli gibi okuyorum, yazıyorum, çılgınca eğleniyorum ve hayatımın en güzel yıllarını yaşıyorum. Hayat boyu yanımda olacak dostlar, yoldaşlar kazanıyorum.
Buradan çıkarılacak ders: Sınavlarda çok su içmeyin
